Çanakkale Savaşı

  İsa, Mousa (Musa), Ahmad ve bunun gibi müslüman isimleri.. Bu isimleri TÜRK ŞEHİTLİĞİ’nden almıyorum. Bu isimler maalesef FRANSIZ ve İNGİLİZ MEZARLIKLARINDAN…..

Çanakkale’ye yolunuz düşerse, bir nezaket ziyareti yapıp, Fransız ve İngiliz Mezarlıklarını ziyaret etmenizi tavsiye ederim. Çanakkale Savaşı’na ve emperyalizme bakış açınızı değiştireceğine eminim.

İngiliz ve Fransızlar, kendi insanlarını savaşta kaybetmek yerine, sömürgeleri altında bulunan ya da savaştıkları ülkelerde aldıkları esirleri meydanlara sürmüşlerdir. Afrika’dan getirdikleri müslüman zencileri, Çanakkale’de üstümüze sürmüş ve müslümanı müslümana kırdırmışlardır.

Çanakkale savaşı ile ilgili bazı kitaplarda bu esirlerin, karşılarındaki düşmanın müslüman olduğunu , bayram günü sabah Türk siperlerinden Bayram namazını cemaatle kılan askerlerin sesini duyduklarında anladıklarını ve isyan çıkardıklarını ve ingilizlerin bu askerleri başka ülkeye sevkettiği yazar.

Savaşta ölenlerin çoğu maalesef, köleler ve esirlerin oluşturduğu kesimdir.

Sizden ricam, bu zavallıları da hatırlamanız dualarınızda… Çanakkale’ye kadar gitme şansınız olursa, o zavallı esirlerin ve sömürge insanlarının ruhlarını da şad edin. Onlar bizim düşmanımız değillerdi…….

Şu dünya tarihini dikkatli okumak lazım……

19.03.2004

Çin’den Vize İşkencesi Ve Sebebi

Çin Halk Cumhuriyeti, vize için müracaat eden Türk vatandaşlarından Mart 2004 tarihi itibariyle sorunlar çıkartmaya başladı.

Eskiden de vize işlemlerinde yaşanan problemler, 2004 yılı başında Türkiye Devletinin aldığı kararlarla, Çin’den gelen ithalatları azaltma çabaları, Çin hükümetinde rahatsızlıkla karşılandı ve ilk tepkilerini vizelerde sorun çıkartarak vermeye başladılar.

Çin’e 13 seneden beri giden bir işadamı olarak, gelişmeleri senelerdir takip ediyorum. Çin devleti, çok akıllı bir politika izliyor senelerden beri. Bundan 3-4 sene önce bizim uyanık devlet adamlarını çocuk oyunu sayılabilecek yalanla uyutmayı başarmışlardı. Türkiye’nin Çin’den ithalatı , Çin’e ihracatının 100 katını geçiyordu, bizim yöneticiler Çinli yetkililere bunun dengelenmesini teklif ettiklerinde, aldıkları yanıt şöyleydi:
– Bizim Türkiye’den alabileceğimiz ürün belli, en iyisi biz bu ticaretteki dengesizliği çözmek için size 20 MİLYON ÇİNLİ TURİST GÖNDERELİM !!!!!!!!

20 milyon turist iyi rakam değil mi? Bizimkilerde hemen bunu kabul edip, olması imkansız bu hayali bir de bizlere yutturmaya çalıştılar o sene. Hatırlar mısınız reklamları bile vardı? 20 milyon Çinli Turist diye…..

Bizim saf yöneticiler bu yalanla uyutulurken ve ithalatlar daha da artarken, yeni yöneticiler bu dengesizliği çözme adına ciddi adımlar atmaya başladılar. Kutluyorum gerçekten bu hareketi , milletim adına çok faydalı bir adım çünkü.

Çin’den ithalat olmasın demiyorum ama dengeli olsun istiyorum. Sırf ucuz olsun diye, rezil kaliteli malları ülkeme sokanlara dur denilmeliydi zaten. İthalatlarında düşük fatura bilgisi verip, vergisinden çalmayı adet edenlere de dur denilmeliydi. İmalat sektörü ölme noktasına gelmişti ve birşeyler yapılmalıydı. İşsizlik had safhadayken, ülkenin tek kurtuluşu imalat sektörünün canlandırılmasıydı….

Anlayacağınız, ülkenin geleceği adına gerçekten geç kalınmış bir adım bu ithalata engel konulması. Bunu Avrupa devletleri seneler önce yaptılar ve kendi aralarında Çin mallarının en az girmesini sağlamak ve imalatcıları desteklemek adına nice kararlar çıkardılar. Bizim uyanıklar da 20 milyon Çinli turist oyununa inandılar.

Çin Devleti, bu güzel gelişmelerden rahatsız tabii ki. Ticaretleri epey azaldı bizimle şimdilerde. Bir tavır sergilemek zorundalardı ve ilk vizelerde sorunlar çıkartarak tepki veridler. Onlara kızmıyorum ama kusura da bakmasınlar diyorum. Bizi senelerce uyuttukları için güzeldi herşey de şimdi uyandık diye mi kötü olduk? Hep SAF TÜRKlerle karşılaştıkları için istediklerini aldılar ama şimdi alamadılar diye hemen kötü olduk…Yok öyle yağma.. Hep bana hep bana mantığı da olmuyor çinli kardeş… Biraz da bizim insanımız kazansın, işsiz ordumuzun önü açılsın bakalım, geç bakalım şöyle kenara… Genç Türklere yol açılsın lütfen!!!

Sabredin, güzel günler çok yakında…..

Saygılarımla

15.03.2004

El-kaide , “Kayıd”a Değer!

    Dünyada hiçbir terör örgütü yoktur ki, bir ülke tarafından desteklenmesin!…

Her gizli örgüt bir devlet ya da devletler tarafından desteklenir ve karşı düşüncede olduğu düşünülen ülkeye gerekli zamanlarda gerekli mesajlar bu örgütler sayesinde verilir.

21.ci yüzyılda hepimizin alışık olduğu terörle yaşam, aslında ülkemizin de düşmanlarının çok olduğunun kanıtıdır. Her taraftan düşman dolu olan cennet vatanımızda, milli birliğimizi, mutluluğumuzu ve başarılı olmamızı istemeyen dış nihraklar, kendi elleriyle besleyip yetiştirdikleri militanlarıyla, hepimizin huzurunu kaçırmaktalar. Yapılan her saldırıda aslında bir yerlere bir mesaj gönderilmekte.

En son İspanya’daki tren bombalamaları, Avrupa’da da terörün başlamasını sağladı. Ve ARAPÇA kasetlerini kenarda bırakan bu teröristler gerekli işlemi gerçekleştirip, istenilen mesajı yerine de ulaştırmış oldular.

Şimdi bazı komiklikleri bir dikkate alalım isterseniz….
– Siz bir terörist olsanız ve gizli bir şeyler çevirecekseniz neden yanınıza Arapça bir kaset alırsınız?
– Bombalamaya giderken o kasetin size ne faydası olacaktır?
– Nerede bir pis iş olsa neden hep El-Kaide üstlenmektedir?
– Bu El-kaide örgütünün ismi de ilgi çekicidir. KAİDE kayıt ve kural demektir. Bu isimle bile birilerine bir mesaj veriliyor değil mi?

El-kaide, kesinlikle bir müslüman örgütü değildir. Pek yakında da gizli bağlantıları ortaya çıkarılırsa şaşırmayın, bizim pkk’ya kendisi yardım eden Amerikayı unutmayın.teröristlerin kullandığı malzemelerin de avrupadan geldiğini bilmeyen yok. Bütün bu tezatlardan daha ilginci de, bu terör dostu devletlerin, teröre karşı bütün dünyayı işbirliğine çalışmalarıdır. Yapan ve destekleyen kendileri değilmiş gibi.

El-Kaide, kayda değer bir örgüt… Bakalım altından hangi süper güçler çıkacak….

13.03.2004 

Body Worlds

Almanya Frankfurt seyahatım sırasında, billboard reklamlarında bazı insan mumyalarının sergilendiği Köerperwelten adlı sergi ilgimi çekmiş ve işlerimi bitirdiğim ilk gün o müzenin yolunu tutmuştum.

Köerperwelt ya da ingilizce adıyla Body worlds, türkçe tercümesiyle Beden dünyaları, diyebilirim ki hayatımda gördüğüm en ilginç sergi oldu. Dünyanın birçok köşesinde müzelere gitmiş olmama rağmen halen etkisini üzerimden atamadığım bu sergiyi siz seyahatseverlerle paylaşmak istedim.

1977 yılında, Gunther von Hagens adında bir bilimadamı, anatomi konusunda çığır sayılacak bir teknik geliştirir. Daha önceleri özel kimyasal sıcılar içerisinde saklanan insan bedeni ve uzuvlarını, yeni tekniği sayesinde olduğu şekilde kurutmayı başarır. Normalde mumyalama tekniğinde insan vücudundan iç organlar çıkartılır ve beden kurumaya bırakılır. Oysa Gunther von Hagens, bulduğu teknikle, insan bedenini bir çeşit reçineyle dondurarark, bütün organları olduğu şekilde korumayı başarır.

Kullanılan bu teknikte, insan vücudu olduğu gibi muhafaza edilebilmekte, iç organlar bile olduğu gibi görünebilmektedir. Vücudu değişik şekillerde keserek, anatomik yapı en ince detaylarına kadar gösterilebilmektedir. İşin en güzel tarafı, bu teknikte hiç bir şekilde kötü koku olmamaktadır. Ziyaret ettiğim bu sergide 20 cm kadar yakınına uzandığım bedenlerde hiç koku olmaması çok ilginç gelmişti.

Gunther von Hagens, 1977 yılında Mannheim kentinde açtığı sergiyi 13.5 milyon insan ziyaret etmiş ve o günden sonra dünyanın değişik noktalarında bu sergiler sunulmuştur.

Doğal olarak birçok kesimin olumsuz yaklaşımı nedeniyle bir dönem hapis cezası bile alan bilimadamı, Alman hükümetinin araya girmesi sayesinde beraat etmiştir. Bilim dünyasını ikiye bölen Hagens, yaptığı açıklamalarda, sergilediği bedenlerle GERÇEĞİN İZİNİ bizlere göstermek istediğini belirtmektedir. Nitekim serginin el kitapcığının ilk sayfasında HAKİKATIN İZİNDE yazısı bulunmaktadır.

Sergide, değişik şekillerde kesilmiş, şekillendirilmiş, derisi yüzülmüş, sadece sinir sistemi görünen bedenler mevcut. Hayatında kadavra görmemiş ve çok duygusal olan ben bile bu müzede kendime hakim olmayı başardım, çünkü orada sanki karşınızdaki bir kadavra değil de, insan vücudunun mükemmelliğini sergileyen bir sergi gibi. Hayatımda bir kas sisteminin nasıl bu kadar mükemmel olduğunu anlayamazdım, kalp kapakcığı nedir sadece okur geçerdim, sigara içen birinin akciğeri nasıldır bilmezdim, içki içen birinin karaciğeri nasıl 3 katına çıkar , nereden görebilecektim? Anne rahmindeki bebeğin henüz ilk haftadan 9uncu aya kadar gelişimini, rahimle beraber gerçek cenin örnekleriyle görmem nasıl mümkündü? İnsan sinir sistemi mesela nasıldır? Sadece çizimlerde gördüğüm sinir sistemimizi, karşımda sadece sinirleri görünen bir bedende görmenin şokunu yaşamam bu sergiye saygımı azaltmış değil.

Bazı bedenleri yukardan aşağıya 8 parçaya bölmüş Gunther von Hagens.. Düşünsenize, dilim dilim bir beden.. ve iç organların şekli olduğu gibi görünebiliyor. Neredeyse her organın bir örneği konulmuş sergiye sonra. En can alıcı örnek ise, derisi özel bir teknikle soyulmuş bir bedenin deriyi elinde tutma sahnesi. Deri deyip geçeriz… bu sergide bedenimizin her noktasının mükemmelliğini görüyor insan….ve YARATICININ , İNSAN BEDENİNİ YARATIRKENKİ MÜKEMMELLİĞİNİ….

BODY WORLDS, eminim bizim ülkeye biraz zor gelir, daha gelmeden taşlarız adamı, sergiyi yakar yıkarız. Adamcağızın senelerdir anlatmaya çalıştığı noktayı görmek istemeyiz eminim ki… Burada amaç beden teşhir etmek değil, anatomik olarak insan bedenini en iyi şekilde sunabilmek. Bu bedenler anatomi biliminde şaheser olarak tanımlanıyor çünkü bir kadavrayı senelerce öğrencilere sunabiliyorsunuz. Binlerce kadavrayı kesip biçmeye ses çıkarmayan zihniyetin bu çok masumane sergiyi neden kabullenemediğini anlayabilmiş değilim.

Bir diğer nokta da, bu sergide kullanılan bedenlerin hepsi kendi isteğiyle bu sergide kullanılmayı yaşarken kabul etmiş insanlar olması. Kanunsuz da hiçbir şey yok ortada.

Son söz olarak, bu sergiyi dünyanın neresinde olursa ve imkanınız da varsa kaçırmayın derim. Ben halen etkisinden kurtulabilmiş değilim ve bir daha imkanım olduğunda gene gideceğimi çok iyi biliyorum.

İlgilenenler için web sitesi:
http://www.bodyworlds.com

5.03.2004

Aya İniş Masalı…

 AYA İNİŞ MASALI            Bütün dünya, 1969 yılında ABD’nin, Apollo uzay gemisi ile ayda yaptığı yürüyüşü bilir. Son zamanlarda bu dünyayı sarsan olayın, bir senaryo olduğuna dair iddialar aldı başını gidiyor. Gelişen internet teknolojisi, gizli kalmış bilgileri ortaya çıkarıyor ve bizler de şaşkınlıkla bu olayı izliyoruz.            Apollo’dan çekildiği iddia edilen resimler ve astronotların fotoğraflarını yüzlerce internet sitesi inceleyip, bunların stüdyoda çekildiğini iddia ediyorlar.  Yorumlar artık size kalmış….  Resimlere bakalım:
Fotoğrafı çeken sanatçının arkasındaki ışığa dikkat. Ayda sadece güneş ışığı olduğuna göre bu kadar değişik açıdan gelen stüdyo ışıkları ne demek oluyor?  
Ayda rüzgar olmadığını biliyoruz. Peki bu dalgalanan Amerikan bayrağı nasıl dalgalanıyor???  Amerikan bayrağının her fotoğrafta mükemmel detaylı ve ışığın ayarlı oluşu da başka bir Tesadüf olsa gerek!    
Ay yüzeyinde bir aracın bu kadar derin izler bırakmasının mümkün olmadığı iddia ediliyor.     
İki astronotun gölgeleri ayrı yöne bakıyor, demek ki birkaç güneş vardı stüdyoda….. 
İnsanı güldürecek kadar komik bir resim, Aldrin’in detaylı görünmesi için özel ışıklar kullanılmış stüdyoda…. 
Güneş haricinde ne kadar çok ışık kullanılmış? NASA’ya göre astronotların karın kısmına konulan fotoğraf makineleriyle bu fotoğraflar çekilmiş.    
Kayanın üzerindeki C yazısına dikkat! Bunu özellikle UZAYLILAR yazmış olmalı…..  Bunlar sadece birkaç örnek… Amerikalıların soğuk savaş döneminde, dünyaya kendilerini en güçlü gösterebilmek için yaptıkları senaryolardan birisiydi bu Aya İniş senaryosu da…..İnanan inanır, inanmayana da saygılar. Konumuzla alakalı web siteleri: http://www.braeunig.us/space/hoax-jw.htm       Kullanılan fotoğrafların aynı stüdyodan nasıl çekildiğini bilimsel olarak incelemişler. Hatta stüdyodaki arka plan fotoğraflarını da detaylı şekillendiriyorlar. İlginç…. http://www.redzero.demon.co.uk/moonhoax/Çok detaylı bir site ve her resim özel incelenmiş.  

16.02.2004

Türkiye`de Reform Yapmak

 Avrupa birliği hayranı bazı arkadaşlarımız, avrupa birliğine girebilmek için yapılan reformların ne kadar önemli olduğunu ve bizim ancak avrupa birliğine girdiğimizde modern ve demokratik bir ülke olabileceğimizi söyler oldular. Avrupanın önümüze koyduğu ve yapılmasını istediği kuralları seve seve yapar olduk bu nedenle.

Ülkemizde kardeşlik ve demokrasi adına yapılan her türlü gelişmeyi sonuna kadar desteklediğimi öncelikle belirtmek istiyorum. Biz, medeniyetlerin buluşma noktasında yaşıyoruz, ve üstelik binlerce yıldır bunu yapıyoruz. Doğal olarak farklı kültür ve medeniyetler birarada yaşarken, belli kurallara uymak zorundadırlar. Bu kuralları koymak için senelerce bekleyen ve Avrupa Birliği’nin emirlerini bekleyen yöneticilere ne demeli bilemiyorum!

Düşünün ki her gün binlerce insanın yürüdüğü bir yolda bir kayma olmuş ve çukur açılmış, siz bu çukuru kapatmak için senelerce beklerseniz bu sizin hatanızdır. Beklemekle o çukur kapanmayacaktır doğal olarak ve her geçen insana zarar vermektedir ve siz bu yoldan sorumlu olan bir yönetici iseniz ve harekete geçmiyorsanız bu sizin suçunuzdur.

Ülkemizde senelerden beri herkesin yanlış dediği ama kimsenin ilişmediği bazı noktalar, bir anda Avrupa Birliği’ne girme sevdasına yapılıverdi. Kutlarım tabii ki, hatânın neresinden dönülse kârdır, ama sormak istediğim nokta şu, bu reformları yapmak için illa ki birilerine mi ihtiyaç duymalıyız?

Top yuvarlaktır, senelerce top kare şeklindedir diyenler, neden avrupa sevdası sayesinde top yuvarlaktır tabii ki, der oldular? Yani bu insanlar mı topun yuvarlakolduğunu bile bile bize zorla kare dedirttiler, yoksa topun yuvarlak olduğunu avrupa sayesinde mi görebildiler????

Allah, insana akıl doğru ile yanlışı ayırdedebilsin diye vermiş … Ortada düzeltilecek yanlış giden birşeyler varsa bunları görmüyor olmamız imkansızdır. Buna rağmen avrupa bunları istiyor hadi yapalım demek yalakalık denilen en uygun tabirdir.

Biz kendimize yeteriz. Biz yapılan bu reformları kendi içimizde de halledemezmiydik? Neyi bekledi yönetimdekiler? Bu kadar sene boyunca, yanlış olduğunu göremediklerini mi düşünelim? Yani yöneticilerimiz kör müydü bugüne değin de bir anda hatalı noktaları görüp değiştirdiler ve bunu avrupa istedi diye neden yaptılar bu kadar sene yapmayıp???

Uzun lafın kısası, hataların düzeltilmesi için illa ki birilerine ihtiyaç yoktur. Hata hatadır ve düzeltilmesi en kısa zamanda gerekmektedir. Bugüne kadar bu hataları özellikle düzeltmeyip, ülkemizde teröre sebep veren yöneticiler insanlık suçu işlemişlerdir. Onların bu yangına körükle gidercesine tavırları yüzünden binlerce insanımızı kaybettik. Kürtçe serbest bırakıldı ve terör bitiverdi. Bugüne kadar buna izin verilse bu kadar insan kaybedilmeyecekti. PKK, anadili kürtçe olan insanları, Türkiye’de demokrasi yok bakın anadilinize yasak koydular diyerek kandırmadı mı senelerce?

Türk insanı zekidir, Türk insanı çalışkandır! (M. Kemal Atatürk)

UYANIN BEYLER!

Not: “UYANIN BEYLER!” bundan sonra sitemizin sloganları arasında kullanılacaktır 

15.02.2004

Nazilerin Katlettiği Türkler

Batı Hun İmparatorluğu ve Attila’yı çoğumuz yeşilçam filmlerinden duymuşuzdur. Özellikle 7 ve 8.ci yüzyıllarda oldukça güçlenen ve Karadeniz’in kuzeyinde güçlenen bu Türk kabilesi, Bizans ve Roma’ya senelerce kök söktürmüştür.

Kendilerine bir din seçilmesi tavsiye edilen bu halk, ortodoks hristiyanlığı seçerse düşmanı Bizans’a bağımlı kalacaktı, Katolik hristiyanlığı seçerse, düşman Roma’ya boyun eğecekti ve islamı seçse de düşman Araplar’a bağlı kalacaktı. Bunların hiçbirini seçmeyen imparatorluk, o dönemde birçok ülkede kalmaları istenmeyen yahudilere kapılarını açtı ve güçlü olan bu millet, tarihte belki ilk ve son kez YAHUDİ dinine davet edildiler.

Yahudi olabilmek için, yahudi bir aileden gelmek ve yahudi kanı taşımak gerekmektedir. Oysa Batı Hun İmparatorluğu, Türk kanı taşıyordu. Musevi olmaları için yapılan teklif onlara da en uygun din seçimini sağlamış ve 786 yılında ülkenin dini YAHUDİLİK olmuştu resmen.

12.ci yüzyılda, güçten düşen bu uygarlık, yıkıldıktan sonra, halkı Karadeniz sahillerine, bir kısmı Doğu Avrupa’ya ve bugünkü Batı Rusya’ya yayılmış ve dinlerini de günümüze kadar devam ettirebilmişlerdir.

Bu yahudiler, kan bağı ile yahudi olmadıkları için, 12 kabileden oluşan yahudi soyuna bağlı olamadıkları için de 13.CÜ KABİLE olarak adlandırılmışlardır. Bu sadece Batı Hun İmparatorluğu soyundan gelenlere değil, Kuzey Afrika’daki zenci yahudiler için de kullanılan bir deyimdir.

Batı Hun Türkleri, beyaz tenli ve renki gözlü oldukları için de, esmer tenli ve genelde koyu renkli gözlü yahudilerden kolaylıkla ayırtedilebiliyorlardı. Günümüzde Rus yahudileri, Polonya yahudileri adıyla anılan bu beyaz tenli ve renkli gözlü yahudi insanların, Batı Hun İmparatorluğu soyundan geldiği kolaylıkla düşünülebilir.

20.ci yüzyılda, Hitler yönetiminde, tarihin en büyük soykırımlarından birini yapan Nazilerin öldürdüğü insanların, Polonya, Çekoslovakya, Rusya gibi bölgelerden getirilen yahudi esirler olması düşündürücüdür. Bu esirlerin de TÜRK soyunan geldiği ortadadır.

Arthur Koestler adlı yazarın “ON ÜÇÜNCÜ KABİLE” adındaki eseri bu konu ile ilgilenenlere bir fikir verecektir. Batı Hun İmparatorluğu tarihi ile alakalı yüzlerce internet sitesi mevcuttur ve bu uygarlığın Türk soyundan geldiğini söylemektedirler.

Naziler, Türkleri katletmiştir dersek yalan olmayacaktır bu durumda.

Saygılarımla

14.02.2004

Yunanlılar Ve Ney Taksimi

CNN kanalında bir reklam dikkatimi çok çekti. Akdeniz sahillerini gösteren bu reklamda, arka fonda kullanılan ney taksimi acaip etkileyiciydi. İçimden helal olsun bizim Turizm Bakanlığı’na, adamlar ne güzel reklam filmi çekmişler demeye kalmadı, reklamın sonunda GREECE yazısı çıkınca, sevincim kursağımda kalıverdi.

Hadi anladık yunanlı kardeşlerimiz bizi çok sevdikleri için döner kebabımıza kadar paylaşıveriler bugüne kadar. Bizim dediğimiz birçok ürünü reklam yapıp kendilerine maletmeyi de çok iyi becerdiler. Ney’imizi bari bıraksaydınız be komşi?

Ney, yüzyıllardır anadoluda, islami müzikle bağdaşmış bir enstrümandır ve bütün dünyada ney çalındığında Türkiye genelde akla gelmektedir.

Ya bizde bir sorun var ya da bu yunanlılar herşeyi kendilerinin sanıyorlar…. Ama yemeyenin malını yerlermiş! Biz hangi değerlerimize sahip çıkıyoruz ki, buna da çıkalım?

12.02.2004

Hasta Adam – Avrupa

18.yüzyılda bildiğimiz gibi, avrupalılar, Osmanlı’ya HASTA ADAM diyorlardı. Osmanlı gerçektenden kriz üstüne kriz yaşıyor ve savaşlar, ekonomik krizler, yanlış yönetim, yanlış politikalar sayesinde kaynayıp duruyordu. O dönemdeki bu kıvranan Osmanlı için gerçekten de en uygun tabir, Hasta Adam olmuştu.

Modern avrupa ülkeleri, daha güçlü olmak ve dünyayı daha kolay yönetebilmek adına kurdukları Avrupa Birliği ile de çok büyük bir adım atmışlardı son yıllarda. Ama yüzyıllar boyu birbiriyle savaşmış bu devletlerin birarada yaşamasının sıkıntıları da beraberinde gelivermişti.

Dünya hızla değişirken, Avrupalılar, Osmanlı’nın 17.ci yüzyılda yaptığını yapıp, biz çok güçlüyüz ve biz her zaman yönetiriz dünyayı diye düşünüp, tembellik yaparken, gün geçtikçe geriye gittiklerinin farkına varamamaktalar.

1991 yılından beri Avrupa’nın birçok ülkesini geziyorum. Son 5 yıldan beri Avrupa büyük bir güç kaybediyor. Ekonomi iyi değil. Maliyetin çok yüksek olduğu bu ülkeler, ucuz maliyetli uzakdoğu ile rekabet edemiyor ve her geçen gün birkaç firma iflas ederek kapanıyor.

Avrupalı imalatçılar maliyetin yüksek olması nedeniyle, üretimi bırakma noktasına geldiler. Son 4 yılda 2 tane İtalyan firması Türkiye’de yatırım yapmak için bize teklifte bulundular. Bu teklifi yapan firmalar, İtalya’nın, en eski kırtasiye sektöründeki firmaları üstelik. Açık açık rekabet edemediklerini söylüyorlar artık.

Avrupa’da eskiden sağık giderleri tamamen ücretsizdi, bu sene tedavi gören avrupalılar %50 sağlık giderlerini ceplerinden ödemek zorunda bırakıldılar.

Avrupa birliği ülkelerinin, birbirine destek olmak zorunda olması da diğer bir sorun. Kendi dertlerini çözmeye uğraşan ülkeler, bir de başka üye ülkeyi desteklemeyi doğal olarak istemiyorlar. (Bu Çin’de, batı kesimindeki kentlerin gelişmesi için, doğudaki liman kentlerinin para aktarmasına benziyor. Çin’de de liman kntleri kazandıkları paraların, başka kentlere gönderilmesine taraftar değillerdir.)

Avrupa birliğinin yaşayabilmesi için TAZE BİR KAN’a ihtiyaç vardır. Bu kan hastaya verilen kan gibi birşey. HASTA AVRUPALIYA, TÜRK KANI LAZIM. Bunu anlayabiliyor musunuz?

Yaşlı nüfusu ile, zorlanan ekonomisiyle, tembel ve idealistliğini kaybetmiş gençliği ile HASTA AVRUPA’nın önü parlak günlere gebe değildir. Türkiye ise, genç nüfusu ile, dinamik ve her koşulda yaşamaya adapte olmuş insanıyla, gelişen ekonomisiyle gümbür gümbür büyümektedir.

Türkiye’nin Avrupa Birliğine girmesi, genç ve güçlü bir sporcunun, ihtiyar bir antrenör ile maratonu birlikte koşması kadar mantıksızdır. Bu iki insanın beraber koşması ne ihtiyara ne de genç sporcuya faydalı olmayacaktır. İKİSİ DE AYNI RİTMDE KOŞAMAYACAĞI İÇİN MUTLU OLMAYACAKLARDIR.

Avrupa, Avrupa,duy sesimizi!
İşte bu Türklerin ayak sesleri!

UYANIN BEYLER!

11.02.2004

Almanya İzlenimleri – 2004

Şubat 2004’te Frankfurt kentine yaptığım ticari seyahat sırasında avrupadaki son durumu inceleme fırsatım oldu. Karşılaştığım herkesle mümkün olduğu kadar son gelismeleri sormaya çalıştım.

Frankfurt Messe Fuarı her sene yapılan ve dünyanın dört yanından işadamlarının biraraya geldiği çok önemli bir fuardır. Hediyelik eşya ve kırtasiye ağırlıklı ürünler sergilenir bu fuarda.

İlk kez 1991 yılında gezdiğim bu fuarı, 12 senedir ziyaret etmekteyim. 1991 yılından bugüne çok şeyler değişti. Bundan 3 sene öncesine kadar parmakla sayılan Türk firma sayısı, son fuarda 50’ye ulaşmış durumda, bu da bizleri oldukça gururlandıran bir nokta tabii ki. Bu fuardaki katılımcılarımızın sayısının artması, ülkemizdeki ticaretin geliştiğinin kanıtı aynı zamanda.

Bizde katılımcı sayısı arttıkça, özellikle italyan firmalardaki katılım oranı büyük bir düşüş yaşıyor. Fuarın müdavimi olan bazı firmalar bu sene katılmadılar mesela. Bahaneleri oldukça açık, bu fuarda bize uygun müşteri yok… Gerçek sebebi ben söyleyeyim, ekonomik krizdeler ve bu fuarda satabilecekleri ürün yok artık, fiyatları oldukça yüksek ve o malları alabilecek müşteri sayısı oldukça az artık dünyada.

Türkiye gelişiyor, avrupa gerilerken! Bunu lütfen özellikle kaydedin bir kenara. Türkiye’de mükemmel bir enerji var, bütün dünyaya açılıyoruz, hem de sağlam adımlarla! İmalathaneler yeniden hayata geçiyor, firmalar yeni pazarlara kolaylıkla girer oldu, eskiden kapılarında önümüzü iliklediğimiz avrupalılar, inanmayacaksınız belki ama, kapımızda cirit atıyorlar. Kendimizi küçük görmeyi bırakmanın zamanı geldi ve çoktan geçiyor bile. Bu avrupa krizle boğuşurken bizim Avrupa Birliği kapısını aşındırmamızın hiçbir açıklaması olamaz.

Türkiye coştu bir kere! Kendinize güvenin artık ve bırakın bu avrupa hayranlığını… İnanın avrupalılar şu anda sizden daha mutlu değiller…

Gelişen Türkiye, avrupa için bir kurtuluş umudu ama 18.ci yüzyıl Osmanlı imparatorluğunun sıkıntılarını yaşayan bugünün avrupası bize kurtuluş nasıl olabilir acaba???????

Saygılarımla

6.02.2004